Çıkmaz Sokak 2. Bölüm🐝 Arkun

Hellooo! Yeni maceramıza hoş geldiniz ballarım. Konu akışının hızlı gittiğinin farkındayım ama bir müddetten sonra rayına oturacak merak etmeyin. Ne duruyoruz haydi başlayalım!

Baranı anlatan ve önerilen şarkı: Love of my life //Queen

Satır arası yorum ve oylamayı unutmayın lütfen☺️

🐝🐝🐝 Ve Baran Arkun'un anlatımıyla

"Komutanım bana odaklanın, sesime odaklanın." Gözlerini zar zor açıp bana baktı birkaç saniye.

"Gözlerim kapanıyor asker. Dudaklarımın arasında şehadet şerbetinin tadını hissediyorum. Bu sefer gidiyorum O'nun yanına." Sesi öyle gururlu öyle heyecanlı çıkmıştı ki gözlerim dolmuştu.

"Komutanım daha değil, böyle değil. Eşinizi, daha doğmamış kızınızı düşünün. Lütfen komutanım, lütfen üstümüzdeki kansız vatansızları sevindirmeyin."

Konuşmadığını görünce kuruyan boğazıma inat konuşmaya devam ettim. "Hem daha benim düğünümde zeybek oynayacaksınız söv verdiniz, sizi hiçbir yere bırakmam!" Kahkaha atmaya başladı ama yarısında öksürmeye başlayınca derin derin nefesler aldı.

"Senin o inatçı kızı ikna edeceğin yok bu gidişle aslanım." Gülme sırası bendeydi. Haklıydı onu bu gidişle ikna edemeyecektim. Ama ben Baran isem bir yolunu bulurdum. Tıpkı buradan sağ salim çıkmanın yolunu bulacağım gibi.

"Edeceğim komutanım şuradan bir çıkalım söz edeceğim."

Başka bir şey de söylememiştik. Birbirimize umut dolu gözlerle bakıyorduk. Bilinci gittiğinde ise bir yandan onu uyandırmaya diğer yandan telsize uzanmaya çalışıyordun. Sonunda telsize ulaştığımda merkezi aramaya başladım.

"Yuva, Hançer iki konuşuyor. Yuva cevap ver." Telsizden gelen kesik seslerle biraz uzağımda olan telsize uzandım yavaş ve dikkatli hareketlerle. Ani yaptığımız her hareketlerde içine sıkıştığımız molozların devrilmesi an meselesiydi.

"Hançer iki, Yuva dinlemede."

"Binanın altında kaldık Yuva. Üç gündür üstümüzde çıkmamızı bekleyen teröristler var. Destek lazım, tamam." Sağımda yatan komutanıma baktım. Gözleri kapanmıştı. Uzanabildiğim kadar uzanıp nabzını ölçtüm. Yaşıyordu ama bilinci açık değildi. "Hançer iki tek başına mısın? Durumunu açıkla, tamam."

Sol bacağıma baktım. Parmaklarımı halen hissediyordum. Komutanımı uyandırmak için omzundan hafifçe sarstım. "Yüzbaşı ile yan yanayım, ama yarım saat önce bilinci gitti acele etmelisiniz."

İçerideki az ve tozlu hava öksürmeme sebep oldu. "Sol bacağım molozun altında kaldı, kanamaya tampon yapıyor çekemiyorum. Diğerlerinin sesini duyamıyorum komutanım, tamam."

Kısa bir bekleyişin ardından Albay'ın sesi tekrar kulaklarıma doldu. "Yakınlarınızda olan PÖH grubu gelmek üzere aslanlarım, sıkın dişinizi. Yüzbaşı Ali'yi uyanık tutmaya çalış."

Telsizi kapattığında etrafta ses çıkarabileceğim sağlam bir demir parçası aramaya başladım. Küçük bir demir parçasını buldum uzun arayışlar sonrasında ve elimde sıkıca tutup olabildiğince sert vurmaya başladım. Kısa aralıklarla bunu yapmaya devam ederken aynı zamanda Komutanımı uyandırmaya çalışıyordum. Sonunda öksürerek gözlerini açtı. "Komutanım uyanın, jammer'ı indirmişler destek geliyor."

Ağzını açmış konuşmaya hazırlanıyordu ki yukarıdan gelen  silah sesleri ile ikimizde kafamızı yukarı çevirdik. Telsizden gelen ses ile hemen komutanıma çevirdim. "Hançer iki, Hançer dört konuşuyor."

"Hançer dört, dinliyorum devam et." Sesimi duyduklarında şükür nidaları attıklarını hissettim.

"PÖH unsurları ile bütün teröristleri etkisiz hale getirdik. Dayanın kazıya başladık."

İçeriye gelen küçük ışık süzmesinden toz oluşmaya başladığında yaklaştıklarını anladım. Elimdeki demirle tekrar vurmaya başladığımda aynı zamanda bağırmaya da başladım. "Burdayız!"

Birkaç dakikanın ardından üstümüzdeki küçük deliği daha da büyütmüşler fener ile içeriye ışık tutuyorlardı. "Bulduk onları, ipi uzatın aşağı iniyorum."

Kimin aşağı indiğini yüzüme gelen ışıktan göremedim. Zemine ulaştığında bana doğru gelecekti ki telaşla bağırdım. "Önce Yüzbaşıma bakın!" İçlerinde hafif maviler bulunduran kamuflajlı özel harekat söylediklerimden sonra beni es geçip komutanıma ilerledi. Yukarıya seslendi hemen. "İki kişi daha gönderin asker molozların altına sıkışmış." Ardından iki kişi daha aşağıya süzüldü. Önce Yüzbaşıyı sedyeye bağlayıp yukarı çıkardılar ardından benim üstümdeki büyük molozu kaldırdılar. Vakit kaybetmeden kanamaya başlayan bacağıma tampon uygulayıp beni de yukarı çektiler. Yukarıya çıktığımda on askerin hepsi hazır ola geçip selam verdiler.

Hepsine kafamı salladığımda rahata geçtiler. Bacağıma pansuman yapıldıktan sonra yüzbaşının yanına gittim. Durumunun kötü olduğunu söylediklerinde acil gelen PÖH helikopteri ile hastaneye kaldırıldı.

"Gölge!" Duyduğum lakabımla arkamı dönüp baktığımda sesin sahibini çoktan tanımıştım.

Baş komiser yanıma geldiğinde yaralı bacağımı hiçe sayarak hazır ola geçtim. "Baş komiserim!"

"Rahat ol asker, yaralısın." Dediğinde rahat ola geçtim.

"Sinek ısırığı komiserim." Yanıma geldiğinde tereddüt etmeden sıkıca sarıldı.

"Sizin taburun adını duyunca koşarak geldik. Ama görüyorum ki sizin aslanlar dayanıklıymış." Arkamızdaki time baktı. Ben de gururla baktım hepsine.

"Öyledirler komiserim. Sizin burada ne işiniz vardı?"

Yüzünden geçen öfkeyi gördüğümde içimden küfür ettim. "Karakol baskınına destek olarak gelmiştik. Dönüş yolunda  çağrı geldi buraya geldik biz de. Yıllar sonra gene karşılaştık üsteğmenim."

"Kıdemliyim artık ve timin komutan yardımcısı." Kafasını sallayıp omzuma vurdu dostane bir tavırla. "Yeşil gözlü köylü güzelinden ne haber?" Gözlerimdeki acıya karşılık üzüntülerini iletti gözleriyle.

"Hiç değişmemişsin Baran. İşinde gölge, aşkında mecnunsun."

"Teşekkürler komiserim." Başımı dik tutup karşıma baktım. Kafasını salladı ve Arkasını dönüp timine seslendi. "Toplanın gidiyoruz."

"Sizinle Ankara'ya kadar eşlik edeceğiz. Zaten yüzbaşı da orada olacak." Dedi bana dönerek. Kafamı sallayıp time seslendim. Çok şükür ki içlerinde yaralımız yoktu. Buradan alacağımızı almıştık. Başçavuş'un yanında küçük oğlana baktım. Ona baktığımı hissetmiş gibi bana dönüp o cennet kokan gülümsemesini bahşetti. Yanına gidip bacağıma dikkat ederek yanına oturdum. Bacağıma baktı kısa bir süre üzgün gözleri yüzümü bulduğunda düşüncelerini dile getirdi.

"Çok acıyor mu asker abi?" Burukça gülümsedim.

"Hayır acımıyor. Üstümde gördüğün bu üniforma ve bu bayrak bütün acımı alıyor." Gözleri şaşkınlıkla açıldı.

"Nasıl yani çikolata gibi mi? Ya da annemin öpücüğü gibi mi?" Sözleri kahkaha atmamı sağladı.

"Evet çikolata gibi. Eve gittiğimde annem yaralarımdan öpüyor iyileşiyor hepsi." Gözleri parıldadığında saçlarını okşadım.

"Şimdi annen yok yanında ya, ben yanağından öpebilirim geçsin diye." Masumluğu bütün kalbimi şenlendirmişti. Kafamı ona doğru eğdiğimde birkaç tane çıkan dişiyle sunduğu gülüşünü sonlandırıp küçük elleri ile yanağımı tuttu ve sulu bir öpücük sundu.

"Geçti mi?" Yeşil gözlerindeki merak bana en olmadık anda yine onu hatırlatmıştı. Aklıma düşen fikirler ile kendi sonumu getiriyordum. Onun gibi bir çocuğumuz olma fikri kafama üşüşürken hemen kurtulmak istedim o anda. Kafamı sallayıp ona teşekkür ettiğimde başçavuş herkesin gitmeye hazır olduğunu söylediğinde küçük adamı kucağıma alıp zırhlı araca bindim. Vatan görevimi bitirmiş evime, sevdiğim gidiyordum.

Söz vermiştim Ali'ye. Bu sefer ikna edecektim bana bir şans vermesi için. Bu sefer her şey farklı olacaktı hissediyorum.

🐝🐝🐝

Bu sefer her şey gerçekten farklı olmuştu. Görevden döndüğümde ilk ailemin evine uğramayı sonra kendi evime geçmeyi planlıyordum ama kaderin benim için farklı planı vardı anlaşılan.

Büyüdüğüm evin kapısını çaldım ve elimde tutuşturdukları koltuk değneğine tutundum. Kapıyı evin ikinci en yaramazı ve kalbimin derinliklerine tahtını kuran gamzelim açtı. Beni görmesiyle şaşırmış ama şaşkınlığını bir kenara bırakıp üstüme atlaması kısa sürdü. Elimdeki değnek yere düşerken ikimizi de ayakta tutmak için büyük çabalar sarf ettim.

"Hoş geldin abilerin en karizması!" Saçlarını karıştırdığımda tekrar sarıldı ama bu sefer az öncekinden daha sakindi. Geri çekildiğinde gözlerinin dolduğuna şahit oldum. Küçük hanım benim için endişelenmişti anlaşılan. Her ağabey gibi dalgaya alarak neşelendirme zamanıydı. "Bu kadar özlediğini bilsem daha erken gelirdim prenses. Sen annemden de beter çıktın sulu gözlülükte." Dediğim gibi koluma yapıştırması bir oldu. Aklına bir şey gelmiş, bir nida kopmuştu dudaklarından.

"Hih! Ağabey yaran falan yoktu değil mi?" Koluma baktığında ona bacağımı işaret ettim. "Az önce üstüne atlarken canımı çıkardın kızım! Kilo mu aldın sen ağırlaşmışsın?" Gülen yüzü aniden soldu. Gözleri yeri bulduğunda az önce düşürdüğüm deneği alıp bana uzattı. Koluma girip eve girmeme yardım ederken telaşla konuştu. "Hiçte bile! Sen güçsüzleşmiş olmayasın?"

"Tekte alırım ayağımın altına seni bücür."

"Tabii, tabii alırsın kesin." Biz gülüşmeye devam ederken mutfaktan mis gibi kokular geliyordu. Beni oraya yönlendirmesiyle annemin orada olduğunu anladım. Evdeki yemek kokusuydu anne, mutfaktaki bulaşık sesi, salondaki televizyon sesi, pencereden gidişimi üzüntüyle izleyen, her sofraya oturduğunda hasretle bekleyendi.

İçeriye girdiğimiz sırada annem elindeki tabakları masaya taşıyor aynı sırada Derin'e laf söylüyordu. "Bir kapıyı iki saatte açamadın be kızım!" Arkasını döndüğünde suratı kireç gibi bembeyaz oldu. Yanına gittiğimde elindeki tabakları düşürecekti ki son anda tuttum. Tabakları kenara bırakıp anneme döndüğümde evi çığlığı ile doldurdu. Açtığım kollarıma hiç bekletmeden girdi. Anne kokusu dünyadaki en güzel kokuydu. Çığlığının duyan herkes mutfağa toplandığında onlar da sevinçten çığlıklar atmıştı. Hepsiyle hasret giderdiğimde salona geçmişlerdi.

Herkes eve tek parça gelmeme sevinirken annem+ kolumun altındaki değnekleri görünce üzülmüştü, ben de durumu en hafif haliyle anlatmıştım. "Annem iyiyim, hastanede büyük bir şey olmadığını istirahat edersem 2 haftaya geçeceğini söylediler." Annemin gönlünü zar zor hafifletirken içeriye uykusundan yeni uyanmış Doruk paşam geldi.

Kucağıma atlayacağı sırada babaannesi tarafından omuzlarından tutuldu. "Amcanın bacağı yara dikkat et oğlum." Doruk yavaşça yanıma geldiğinde öne eğilerek onu sağlam bacağıma oturttum. Saçlarını koklayıp tombul yanaklarından öptüm. "Amca sakalların kaşındırıyor." Gülücüklerin arasında şakıdı.

"Günaydın aslan parçası. Özledin mi beni?"

"Çok! Bu kadar çok özledim." Kafasını sallayıp küçük kollarını kocaman açıp kendince bana özleminin ölçüsünü gösterdi. "Kötüleri yenip geldin değil mi?"

"Evet, onları yenip geldim. Hatta senin gibi bir prensi de kurtardım." Kollarını boynuma dolayıp yanağımdan öptü.

"Kahraman amcam benim!"

"Hoş geldin asker!" Babamın bariton sesini duyduğumda ayağa kalmak için hazırlanıyordum ki sesiyle durdurdu beni. "Otur oğlum yaranı kanatma."

"Hoş buldum Orgeneralim." Neler yaptığımı sorduğunda yengemden Doruk'u almasını işaret ettim. Sağ olsun hemen anlayıp annemin yanına mutfağa gittiler. Operasyonun detaylarını babama anlatırken ağabeyim Bora salona gelip yanımıza oturmuştu.

Yengemin yaptığı Türk kahvesi eşliğinde ailem ile muhabbet ediyordum. Bir yanıma Derin oturmuş diğer yanıma da Doruk. Ben yokken neler yaptıklarını anlattılar birer birer. Doruk beyin yaramazlıkları ortalığı kasıp kavurmuştu. Kaşlarımı kaldırıp duyduklarımın hayreti içinde ona baktım konuşması için. "Neden kızın kafasına karpuz çekirdekleri attın paşam?"

"Çilek kız olmak istediğini söyledi, ama benim yanımda çilek yoktu bende onu karpuz kız yaptım." Dediğinde herkes kahkaha atmıştı. Tabi benim kahkaham uzun sürmemişti ağabeyimin söyledikleriyle.

"Ee? Ne zaman istiyoruz kızı?" Ağabeyimin alayla karışık sorusu annemin de gerilmesine neden oldu. Nedendir bilinmez hiçbir zaman Zümrüt'e sıcak bakmamıştı. Ona kendi gençliğini hatırlatıyordu, belki de acılarını.

"Mümkünse hiçbir zaman! Ne buluyorsun şu köylü kızında anlamıyorum bir türlü." Ve Sultanım yine belirtmişti tarafını; benim sevdamın tam karşısı.

"En yakın zamanda ağabey." Bora'nın üzerindeki gözlerimi anneme çevirdiğimde karardığını hissediyordum. "Anne insanları geldikleri yere göre mi yargılıyoruz? Biz de zamanında o köyde yaşıyorduk. Geldiğimiz yeri ne ara unutur olduk?" Ortaya attığım bomba ile herkes gerilmişti. Annem daha fazla salonda durmamış hışımla terk etmişti odayı. Babam arkasından gideceği zaman seslendim.

"Müsaade edin ben konuşayım annem ile." Kafasını salladı ve geri oturdu yerine. Bora'ya gözlerim ile yardım etmesini istediğimde yerinden kalkıp kalkmama yardımcı oldu. Kolumdan tutarken ilerlememe izin vermeyerek konuştu.                                                                                             

"Kadın hasretinle yanıyordu, bir sen böyle yaralı gelince dağıldı. Sakin ol olur mu abicim?" Kafamı sallayıp onu onayladığım sırada anlımdan öpüp kenara çekildi.

Döndüğüm zaman bu konuyu konuşmayı düşünüyordum ama bu kadar çabuk değildi. Birce yengem kavga çıkacağını anlamış Doruk'u kucağına alarak salondan çıktı.

Gözleri ile sakin kalmamı söylüyordu ama ben bu sefer bu konuyu sonraya atmayı hiç düşünmüyordum. Annem sonra yumuşar demeyecektim, çünkü yumuşayacağı yoktu. Bu işin sonrası da yoktu. Ya şimdi olacaktı ya da hiç! Vazgeçmeyecektim, bu zamana kadar beklemiş iken ona kavuşmaya bu kadar yakınken pes edemezdim. Hissediyordum, dualarım kabul olacak, ona en yakın zamandan kavuşacaktım.

Değneklerim ile bana arkası dönük, ayakta elleri belinde duran anneme yaklaştım. "Anne neden böyle yapıyorsun bir sebebi mi var bilmediğim? Anlat bana, neden benim sevgimi hor görüyorsun anlat lütfen?"

Arkasını döndüğünde gözlerindeki karanlık beni korkutmuş. Benim merhametli annemin miydi bu gözler?

"O kız bizim ailemiz için uygun değil diyorsam değildir! Ne zamandır atalarının sözünü çiğner oldun sen? Farkında değil misin ona olan takıntın yüzünden bize sesini yükseltir oldun? Bu mu ailene verdiğin değer?" Sesindeki soğuklu ile kalbim üşüdü. Bana anlatmadığı bir şey vardı. Bu tepkisi boşuna olamazdı. Ben de Baran ise bulacaktım sakladığı şeyi. Ne pahasına olursa olsun.

"Anne bana bir bak. Aşkımdan ölüyorum görmüyor musun? Ben o yeşil gözlü kızı ilk gördüğümden beri vurgunum. Yirmi altı yıllık bu sevda, ha denince atılabilir mi? İnan bana denedim anne. Ondan kaçmayı denedim ama her seferinde onun adını sayıklayarak ağladım ben! Her göreve gidişimde onun yüzü gözümde, kahkahası kulağımda, kokusu burnumda, adı dilimdeydi. Ben onsuz hiçim." Gözümden yanağıma inip sakalıma karışan yaşları sildim ve devam ettim.

"Ben size hiç karşı gelmedim bu zamana kadar. Aileme ne kadar değer verdiğimi mi soruyorsun bana? Bak! Annem bak!" Üstümdeki gömleğimin yakasını çekiştirip anneme yaralarımı gösterdim. "Ben bu yaralara sizin için katlandım size dönmek için katlandım. O şerefsizler günlerce üstümüze kurşun yağdırdılar. Ama ben siz benim al bayrağa sarılı tabutumu taşımayın diye yaşadım ben. Yıllarca bekledim, sustum, içime akıttım sevgimi de acımı da. Şimdi bana atalarını dinlemiyorsun mu diyorsun? Yanıyorum ben anne! Öldürüyor beni bu acı."

"Şimdi ben bu kapıdan çıksam Zümrüt'e asla kavuşamadan ölsem, buna yüreğin razı olacak mı anne? Ruhumu çürütmeye gönlün razı mı?" Annemin de ağladığını görünce yüreğim bu görüntüye dayanamadı ve arkamı döndüm. "Bin kere öldüm bir kere daha ölsem ne olacak ki?"

Kimseyle konuşmadan buradan olan odama geçtim. Temkinli adımlarla yatağa oturdum. Yatağın başlığına sırtımı dayayıp gözlerimi kapattım. Saatlerdir direndiğim uykuya kendimi bıraktım.

Bu konu kapanmamıştı. Tekrar açıldığında çok can yakacaktı, en çokta benim canımı.

🐝🐝🐝 İki hafta sonra

"Yengecim biraz daha kalsaydın, ayağının biraz daha iyileşmesini bekleseydin?" Kucağımdaki küçük aslanımı kaldırıp koltuğa bıraktım.

"Abla bu kadar kaldığım bile çok. Hem geldiğimden beri tabura da uğramadım, artık gitmem gerek." Buruk kabullenişiyle kafasını salladı. Ayağa kalkıp dış kapıya yöneldiğimde bana çantamı ve ceketimi getirdi. "Derin nerede?"

"Proje yapmaya gitti, gelir akşam olmadan." Hoşuma gitmemişti bu durum. İki haftadır evden farklı bahaneler ile çıkması dikkatimi çekmişti. En yakın zamanda Sinan'dan bir haber gelmesini umuyordum. Ceketimi giyip Birce'ye ve Doruk'a sarılıp evden çıktım. Rana'nın işi İstanbul'da olduğu için tatillerinde geliyordu ve bu zamanları yakalamak benim için zordu. Fakat Derin burada okumasına rağmen onu gördüğüm süre Rana'yı gördüğüm süreyle eş değerdi. Yakın zamanda bitecek olan okuluyla bu durum biraz değişecekti.

Arabanın anahtarı ile kilidi açıp bacağıma dikkat ederek bindim. Şu an için motorumu kullanamayacağım için babamın arabasını ödünç almıştı. Nasıl olsa kendisi evden çıkmıyor ve bir ihtiyaç olduğunda Bora'nın arabasını kullanacağını söylediği için kabul etmiştim. Şehir merkezindeki apartman daireme doğru yol aldım. Eşyalarımı eve bıraktıktan sonra tabura geçmeyi düşünüyordum. Yarım saat süren mesafeden sonra sonunda evime varmıştım. Arabayı kapının önüne park ettikten sonra arka koltuktaki çantaya uzandım ve aldım. Kapıyı açıp bacağımı temkinli hareketlerle dışarı çıkarttım. Arabanın kapısını kapatıp girişe yöneldim. Bahçe kapısından çıkan alt komşum kapıyı bana açık tutarken bekletmeden yanına gittim.

"Teşekkür ederim abi." O dışarı ben içeri girerken kapıyı tuttu tekrardan.

"Nasılsın iyi misin?" Yüzündeki samimi gülümseme bana da bulaştı.

"İyiyim, sen nasılsın abi?"

"Bu seferki işin uzun sürdü." Gözleri merak duygusuyla çevrelendi.

"Sadece koruma olsa keşke. Ofisteki sorunlarda almış başını yürüyor. Neyse iyi günler abi, acelem var da biraz." Vedalaşıp arkasını döndüğünde ben de içeriye geçtim. Asansöre girip kendi katımın düğmesine bastım. Asansör durup kapıları açıldığında kapımın önündeki karşı komşumu geri dönerken yakaladım.

"Hah oğlum bende sana bakmıştım. Sarma yapmıştım, kayın validen seviyormuş." Burukça gülümsedim. Umarım bir gün olur da severdi.

"Teşekkür ederim Ayşe teyzecim, zahmet etmişsin." Elindeki tencereyi aldığımda kolumu sıvazladı. "Çay koydum müsaitsen gel içelim. Hem sevdiğim çöreklerden de yaptım."

"Vallahi en sevdiğim yerden bastın ama gitmem gerek akşama yapalım olur mu?"

Sözlerime üzülse de kafasını salladı. "Tamam oğlum, sen işine git sonra da yaparım ben." Anahtarı cebimden çıkarıp eve girdim. Hızlıca üstümü değiştirip mutfağa girdim. Mama ve su kaplarını doldurup evden çıktım. Apartmanın dışına kapları bırakıp arabaya bindim. Tabura mesafe çok uzak olmadığı için kısa sürede varmıştım.

Nöbetçi asker beni görünce hazır ola geçip asker selamı verdi. "Rahat asker."

"Hoş geldiniz komutanım!"

"Hoş buldum. Bizim timden herkes burada mı?" Kafasını salladığında veda ettim ortak odaya doğru yürüdüm. Kapıyı açtığım gibi herkes ayağa fırladı. "Gençler rahat olun."

Rahata geçtiklerinde çaylak anında yanıma gelmiş bana sarılmayı unutmamıştı. "Hoş geldiniz Baran komutanım."

Yanlarına oturup arkama yaslandım. Öğlene kadar beraber oturarak geçirirken grubun delisi Mert kendisini ortaya attı, yine ve yine. "Ben çok sıkıldım burada boş boş yatmaktan. Ne zaman görev çıkacak? İki haftadır tıkıldık kaldık buraya. Atraksiyon istiyorum." Sesli yakarışları Serhan'ı rahatsız etmiş olmalı ki kafasını okuduğu kitaptan kaldırıp Mert'e öldürücü bakışlarını attı.

"Lan sen manyak mısın? Otur oturduğun yerde. Savaş aşkından kafayı yemişsin!" Mert ona dönüp elini kaldırarak konuşmaya başladı.

"Asıl sen o dandik kitapları okuyarak kafayı yiyorsun." Kitabını kenara bırakıp çaprazında oturan Mert'e doğru eğildi. "Sen Tolstoy'a dandik mi dedin?"

"Aynen!" O da önüne eğilip deli gözleriyle cevapladı.

"Sakin olun!" Araya girme zamanı geldiğini düşündüğümde Serhan hızla bana dönmüştü.

"Komutanın dediklerine bakar mısınız? Delirmemek elde değil!" Cevap vereceğim sırada telefonumun zil sesi beni böldü. Cebimden çıkarıp ekrana baktığımda Sinan'ın adını gördüğüm gibi cevapladım. "Alo?"

"Abi dediğin gibi takip ettim. Farklı bir yere saptı, kiminle görüştüğünü kestiremedim. Gelip yakından bakmak istersen belki." Ayağa kalktığımda endişelenmiş gözlere aldırmadan odadan çıktım. "Tamam izin alıp geliyorum, konumunu paylaş." Telefonu arka cebime atıp arkamı dönüp Serhan'a baktım.

"Kötü bir şey yok, bir işim var halledip geliyorum. Bir şey olursa haberim olsun." Kafasını salladı ve içeri girdi.

Önüme dönüp Ali yüzbaşının odasına yürüdüm. Kapıyı tıklatıp gel komutunu bekledim ve gecikmeden gelmişti. "Komutanım!" Selamımı verdiğimde ayağa kalkıp masasının önüne gelip hiç beklemediğim bir şey yapmıştı. Sarılmıştı.

Şaşkınlığı kenara bırakıp kısa sarılışına karşılık verdim. Geri çekilip omzumu sıvazladı. "Sana bir kere daha borçlandım Gölge."

"O ne demek komutanım, Ben size bütün hayatımı borçluyum."

Masasının önündeki koltuğa oturduğunda ben de karşısına geçtim. "Komutanım biliyorum iki haftadır izinliyim, ama az önce bir telefon geldi. Acil çıkmam gerek, müsaade var mı?" Yüzüne yerleşen büyük sırıtmasıyla arkasına yaslandı.

"Ormanda ava mı çıkıyorsun avcı?" Yaptığı ima ile alayla gülümsedim. "Hayır komutanım. O yeşil ormanlarda avcı değil, avım." Hafif bir öksürükle sözüme devam ettim. "Kız kardeşim ile ilgili bir durum."

"Tamam çıkabilirsin, yarın görev çıkabilir haberin olsun." Kafamı salladım ve teşekkür ederek odasından çıktım. Kendi odama girmeden taburdan ayrıldım. Sinan'ın attığı konum eski mahallemizi gösterdiğinde aklıma doluşan fikirler beni dehşete düşürdü. Bu olamazdı, kardeşim benden gizli böyle bir şey yapmazdı. Elim telefonda ezbere bildiğim numaraya gitti, adına tereddütle baktım. Arasam sorsam, gerçeği söyler miydi? Hemde bana? Tabii ki de hayır! Sinirle telefonu kapatıp gaza daha çok yüklendim. Sonunda vardığımda Sinan'ın arabasının arkasına park ettim. Sinan kenarda benim geldiğimi görünce ayağa kalktı.

"Abi kiminle görüştüğünü anladım." Sabırsızca suratına baktım.

"Doğu Saraç ile." Gözlerimi yumdum öfkeyle. Günlerdir türlü bahanelerle evden kaçarak buluştuğu gizli aşığı olduğunu tahmin etmiştim ama bunu içten içe kabullenmemiştim.

"Nerede gördün?"

"Sizin sürekli olarak toplandığınız fast food restorandalar şu an." Kafamı sallayıp arabaya geçtim. Sinan arkamdan gelip pencereyi açmamı bekledi ve bende bekletmeden açtım, söyleyecekleri hızlıca duymak ve buradan gitmek istiyordum. "Abi ne olursa olsun o senin kardeşin. Seviyor belli ki, yapmış bir hata. Bana söylemek düşmez ama sevdayı en iyi sen anlarsın, kıyma ona."

Kafamı salladığımda geri çekildiği gibi anında geri vitese takıp arabayı ara sokaktan çıkardım. İki sokak ötemde olan restorana doğru sürdüm. Yolun karşısında olduğu için girişi oraya duramamıştım. Arabadan inip hızla karşıya geçtiğimde dışarıya Doğu ile el ele çıkan kardeşimi gördüm. Onların beni görmesi de gecikmemişti. Derin'in gözlerine her saniye yayılan korkuyu gördüğümde dışarıdan ne kadar sinirli göründüğümü düşündüm bir an. Korkunç olmalıydım. Beni gördüğü gibi elini çekmişti zaten. Onunla göz temasımı kesip Doğu'ya döndüm.

"Arabaya geç." Sesimdeki sakinlik ve soğukluk ile ikisi de titremişti. "Abi lütfen ona-"

"Arabaya geç!" Bu sefer kendisine döndüğümde ağlamaya başlamıştı çoktan. Doğu ile birbirlerine bakıp arabaya geçti. Arkasından bakmadan Doğu'nun gözlerine baktım.

"Benimle gel" Kafenin arka sokağının tenha olduğunu bildiğimden direk orayı seçmiştim. Hiçbir şey demeden beni takip etti. Karşıma geçtiğinde elimi ona uzattım. "Telefonunu ver!"

Cebinden telefonu çıkarıp bana verdiğinde gözlerim ile şifresini sordum. "Sıfır yedi yirmi." Kafamı kaldırıp gözlerine baktım biraz şaşkınlıkla. Kardeşimin doğum günü mü yapmıştı?

Telefonu açıp Gökhan'ı aradım. Üçüncü çalışta açtığında direk söze girdim. "Baran Arkun ben, sana atacağım konuma gel." Tek bir söz söylemesine izin vermeden kapattım telefonu. Konumu atıp telefonu geri verdim ona. Telefonu elimden aldı ve cebine geri koyduğu sırada yüzüne sağlam bir yumruk indirdim. Arkasındaki duvara çarpıp sendeledi kısa bir süre, sonra elleri ile duvardan destek alarak kalktı. Kanayan dudağını umursamadan dimdik durdu karşımda. Bu kez kaşına vurdum, yine düştü, yine kalktı. Bir daha, bir daha vurdum. Beş ya da altıncı vuruşumda yere şiddetle düştü. Burnunu tutarak son kez ayağa kalktığında vurmayı bırakmıştım. Hırsımı alamayıp girişecektim ve elimde kalacaktı.

Doğu'ya baktığımda karşımda dik durmasına hem şaşırdım hem de sevinmiştim. Sonuna kadar ayakta duruyor ve bir kelime dahi etmiyordu. Kardeşim için ölüme gözü kapalı hazırdı. En azından korkak değildi. Gerçi sevdasını gizli yaşayacak kadar korkaktı. "Ne zamandır?"

"Bir buçuk yıldır abi." Kafamı salladım beni uzun zamandır salak yerine koyuyorlardı. "Sana bu soru bir kere soracağım, o yüzden dürüst olmaya özen göster. Yalanını yakalarsam öldürürüm seni. Seviyor musun?"

Gözlerinin içine bakarak vereceği cevabı bekledim. "Senin ablamı sevdiğin gibi seviyorum. Onun için gözüm kapalı ölüme gidecek kadar çok. Bütün her şeyimi yoluna feda edecek kadar. Sana gelip söylemeye çalıştığımda durdurdu beni, kendi söylemek istedi ama seni kaybetmekten korktu, deli gibi korktu." Arkamı dönüp derin nefesler aldım. Şimdi burada sinir krizine girmek istemiyordum, hele ki bu çocuğu elimden alacak kimse yokken.

"Benden gizlediniz, salak yerine koyup arkamdan iş çevirdiniz. Gözümün içine bakıp benimle aynı sofraya otururken hem de!" Belimdeki silahı çıkarıp emniyet kilidini açtığım gibi ona doğrulttum. "Dokundun mu ona?"

Gözleriyle onaylamıştı beni, sözlerine gerek kalmadan. "Abi o benim helalimdir. Onu gözümden bile sakınırım ben." Ne demek helalimdir? Tam ne demek istediğini soracaktım ki Gökhan yanımıza geldi. Evden geliyor olmalıydı yoksa buraya bu kadar hızlı ulaşmasının başka açıklaması olamazdı. "Baran ne yapıyorsun?" Dehşete düşmüş sesiyle kardeşinin yanına geldi. Kanlar içindeki yüzüne bakarken içi acımıştı, yüzünde görmüştüm. Elimdeki silaha küçük kardeşinin aksine korku ile bakıyordu.

"Kardeşini, kız kardeşim ile yakaladım. Uzun zamandır sevgililermiş, bugüne kadar." Gözlerimi korkusuzca bana bakan genç harelere çevirdim. "Baran abi gözünü seveyim onu benden alma! Ben onsuz nefes alamıyorum, tıpkı senin ablamsız yapamadığın gibi. Sana yalvarıyorum beni onsuz bir hayata bırakma, burada kafama sık daha iyi."

"Oğlum ne diyorsun sen? Kes sesini adam deliliği ile ünlü, sen de ateşi körükleme!" Gökhan kardeşine dişlerini sıkarak bakarken ben kendimi dizginlemeye çalışıyordum. Sürekli onun bahsini ediyordu ve bu benim şu anda ona olan ihtiyacımı daha da körüklemekten başka işe yaramıyordu.

"Seni öldürmeyeceğim. İlk ve son kez uyarıyorum, kardeşimden uzak duracaksın, Saraç erkeğine verecek kız kardeşim yok benim. Gökhan ailene sahip çık yoksa benden günah gider." İkisini orada bıraktım ve asıl yüzleşeceğim insanın yanına, arabaya gittim. Arabayı çalıştırdığımda konuşacak gibi olmuştu ama onu hemen susturdum. "Tek kelime etme!" Kafasının sallayıp önüne döndü. Hırsla eve sürerken ağladığını ağzından kaçan hıçkırıklarından anladım.

Evin önüne aracı park ettikten sonra inmesini beklemeden ben çıkardım. Kapıyı şiddetle çalarken onlara söylemem için yalvarıyordu. Kapıyı yengem açtığında beklemeden salona sürükledim onu. Bütün ev ahalisi bağırışımı duyup salona toplandığında yengeme döndüm. "Yenge, Doruk'u yukarı çıkar lütfen." Dediğimde kafasını sallayıp kapının kenarında saklanan küçük delikanlının elinden tutup yukarı çıkardı.

"Ne oluyor evlat, nedir bu hiddetinin sebebi." Babamın şaşkın sesini duydum.

"Kızın kendisine sevgili yapmış, hem de gözümün dibinde olan biriyle. Doğu Saraç ile gözümüzün içine baka baka bizi kandırıyorlarmış." Yengem geldiğinde yüzündeki hüzünlü ifade ile kasıldım. Derin'in kolunu bırakıp yengeme yaklaştım. "Biliyor muydun yenge?"

Kafasını sallaması ile öfkeyle bağırdım. "Biliyordun ve sen de bizden sakladın. Hadi bu kızın yaşı ermiyor diyeceksiniz, peki ya senin yenge? Sen niye onun bu yalanına engel olmadın?"

"Yengene bağırma Baran!" Annem evde birbirimize bağırmamızdan her zaman şikayetçi olmuştu. Cevap vereceğim sırada Bora konuştu bu sefer. "Kız sevmiş işte, laf geçirememiş gönlüne. Sen de seviyorsun, ben sana karşı böyle bir şey yaptım mı?"

"Anlamıyorsunuz herhalde! Ben sizce sevdiği için mi kızgınım? Bana yalan söyledi bir yıl boyunca. Ben o çocukla yıllarca aynı masaya oturdum. Abisine ne kadar düşman olsak da ben onu küçük kardeşim olarak saydım. Ama bu yaptıkları..." Sözümü Derin'e bakarak tamamladım. "...ihanettir."

"Bu kız bu evden çıkmayacak! O çocukla da konuştuğunu duymayacağım." Babama döndüğümde kafasını salladı, sonunda biri benimle aynı fikirdeydi. Kapıyı çekip dışarı çıktım öfkeyle. Öfkemi nasıl dindireceğimi hiç bilmiyordum. Ama kalbim yine beni ona getirmişti. Bu saatte derste olmalıydı. Arabadan inip sırtımı kapıya yasladım ve önümdeki binanın girişine baktığımda bahçede arkadaşları ile muhabbet ettiğini gördüğümde onu izlemeye daldım. Kahkahalarının sesini duymasam da kalbim hızlanmaya başlamıştı çoktan. Gülünce kısılan gözleri, yanağında beliren gamzesiyle gözlerimi kamaştırıyordu.

Önüne gelen saçını kulağının arkasına sıkıştırıp hararetle bir şeyler anlatıyordu kendini kaybetmişcesine. Burada olduğumu hissetmiş gibi soluna döndü aniden. Gülen yüzü bir anda solmuş arkadaşlarına geri dönmüştü. Belli ki beni burada gördüğüne sevinmemişti. Ama ben yüzsüz gibi istenmediğim yerde duruyordum, belki beni bir gün kalbine alır diye. Arkadaşlarının yanından ayrılıp bana doğru döndüğünde şaşkınlıkla ona baktım.

"Selam!" Sevincini hiç gizlemeden konuşması bana da cesaret vermişti. "Selam."

"Ne işin var burada? Yani yanlış anlama bir şey mi oldu?" Sırtımı yasladığım yerden çekip dikleştim. "Yok bir şey olmadı buradan geçiyordum, belki benimle bir çay içebilirsin diye uğrayayım dedim."

"İyi yapmışsın ama ben eve geçecektim." Mahcup yüz ifadesi ile gülümsediğinde aklımdaki her şey uçup gitmişti. "Sorun değil, başka zamana yaparız artık. Eve nasıl gideceksin, bırakabilirim?"

"Bisikletimle gitmeyi düşünüyordum." Arkasını dönüp ağaca bağladığı bisikletini gösterdi.

"Hava iyi değil gibi arkada sabitleriz onu, atla ben bırakayım."

"O zaman Pelin'den dosyayı alıp geleyim beni burada bekle olur mu?" Kafamı olumlu anlamda salladığım bisikleti ve mavi dosyasıyla geri döndü.

"Hadi bakalım öğretmenim, seni evine bırakalım."

🐝🐝🐝

Akşam kendi evime geçtiğimde Sinan'ın arayıp Doğu ve Derin'in tekrar buluştuğunu söylemesiyle deliye dönmüştüm. Sabah yediği dayak belli ki ona yetmemişti. Yol boyunca aklım Derin'in evden nasıl kaçtığını düşünürken evdeki tek suç ortağının yengem olmadığına inanmaya başladım.

Nerede olduklarını tam kestiremesem de oturdukları mahallede dolanmaya başladım. Sonunda onları bulduğumda koştuklarını gördüm, arabadan inip bir el ateş açtığım sırada bağırdım. "Derin! Çabuk buraya gel!" Mahallenin sokaklarının arasındaki koşuşturma eski bir binanın girmeleri ile son bulmuştu. Karanlıkta kutulara bakarken çıkışa doğru koştuklarının sesini duyduğumda arkamı döndüğüm gibi silahı onlara doğrulttum. "Doğu seni daha bir iki saat önce uyarmama rağmen akıllanmamışsın. Ama ben senin hangi dili konuşmak istediğini gayet iyi anladım."

Derin'i arkasına alıp sabah olduğu gibi dimdik duruyordu karşımda. "Abi biliyorum sana yalan söylememeliydim, ama yaptım bir hata. Kardeşini senin bana yapacaklarına rağmen seviyorum, seveceğim de."

"Seni Ilgaz'dan farklı sanmıştım, beni yanılttın Doğu. Sen de onun gibi hain ve dolandırıcıymışsın." Sözlerime karşılık boynunu eğdi. "Ne ironidir ki sen de onun gibi sevdanın karşısında duruyorsun."

Daha da bir şey söyleyemeden içeriye birkaç saat önce gördüğüm kadın girdiğinde olaylar daha da karışmıştı. İlk önce kardeşinin kolunu tutmuş benim gözüm kısacık bir an eline gittiğinde tekrar Doğu'ya çevirdim bakışlarımı. O kardeşinin önüne geçip bana doğru yaklaşırken kardeşinin itirazlarını dinlemeden devam etti. Daha birkaç saat önce gözlerinin içi gülerken şimdi kaybetme korkusuyla çalkanıyordu. Silahımın namlusunun ucunda onun kalbi vardı. Benimle yaşamaktansa elimde ölmeye razıydı. Yeşil gözlerine bakarken nasıl çekerdim tetiği? İçimden bir şeylerin olmasını ve onu önümden çekmesi için Rabbime dua ettim. Öyle de oldu Doğu'nun sözleriyle kontrolümü yeniden kazanmış ve onu önümden çekmiştim.

Gerisinden gelen kargaşa sonrasında kardeşimi alıp orayı terk etmiştim. Eve girdiğim gibi bu sefer onu kendi ellerimle odasına kitleyip babamın yanına gittim. "Ben daha bu sabah bu kız evden çıkmayacak diyorum, akşamına kaçıyor. Ben gerçekten çıldırmak üzereyim. Ne yapmaya çalışıyorsunuz siz?"

Babam ayağa kalkıp yanıma geldiğinde derin nefesler alıp veriyordum. "Bu mu bulduğun çözüm? Odaya kapatarak mı yaşatacaksın onu tüm hayatı boyunca? Bu sevdaya çözüm değil, sen de biliyorsun bunu."

Sinirle yüzümü sıvazlayıp tekrar ona baktım. "Sen onaylıyor musun bunu?"

"Senin sevdanı onayladığım gibi onaylıyorum. Senin bu kızgınlığın saklamalarına mı yoksa bu çocuğun Saraç olmasına mı?" İçimi biliyordu. Ona yalan söylesem de gözlerimden gerçeği anlayacağını biliyordum ama yine de geçiştirdim. "İkisine de."

"Sen bu işe karşıma ben onunla konuşacağım. Okulu bittiğinde halanın yanına gider biraz uzaklaşırlar, biz de o sırada düşünür karar veririz." Başımı sallayıp onu onayladıktan sonra daha fazla burada duramadım. Kendi evime gidip uyumam gerekiyordu. Görevden gelirken böyle şeylerle karşılaşacağım aklımın ucundan geçmemişti. Önce annem garip hareketleri ve bir şeyler saklaması şimdi de kız kardeşim. İki haftadır yaşadıklarımın haddi hesabı yoktu. Beni daha büyük bir şeyin beklediğini hissediyordum. Daha fazlasına hazır mıydım bilmiyorum.

🐝🐝🐝 Yaklaşık 3 hafta sonra

"Hoş geldin." Sevinçle bana sarılan kadına karşılık verdim. "Hoş buldum."

Beni bahçesine yönlendirirken başımı kaşıyıp arkasından takip ettim. "Yemek yedin değil mi?"

"İftarda bizimkilerdeydim, malum ilk gün illa ki birlikte olunacak." Bahçedeki koltuğuna kurulduğumda o halen ayaktaydı. "Ne istersin? Kahve yapabilirim her zaman ki gibi?" Kafamı salladığımda mutfağa geçti. Kendinden başkasını mutfağa sokmadığı için onun hiç mücadele etmeden kabul ettim. Elinde orta şekerli bol köpüklü ve su olan tepsiyle solumdaki tekli koltuğa geçti. "Anlat bakalım döndüğünden beri şirkete geldiğin yok. İnsanları seni oradan çalışıyor sanıyor adamım!"

"Bir aydır nelerle uğraşıyorum bilemezsin." Kahvemizi içerken o güvenlik şirketinin -sözde çalışanı olduğum- problemlerini açıklıyordu. Kocası ile minik atışmaları ile ilgili benden fikrimi aldıktan sonra durgunluğumu fark ettiğinde konun kaçınılmaz olduğunu anlayıp her şeyi ona anlattım.

"Nasıl yani kardeşin hamile ve gizlice evlenmiş mi?" Oflayarak kafamı salladım.

"Yeşili götürdün mü çaya?" gözlerim dehşetle açıldı.

"Kızın göğsüne 2 kere silah dayadım, kardeşini fena dövdüm, yetmedi ona araba kazası -ki o da arabanın içindeyken- yaptırdığımı düşünüyor. Önceden nefret etmiyorsa, artık ediyordur. Sen gelmiş bana çaya çıkardın mı diyorsun?" Eliyle ağzına fermuar çekti.

"Sakin ol asker." Gülmemek için kendini sıktığının farkındaydım, sonunda gül dediğimde katıla katıla dakikalarca güldü. "Ben burada aşk hayatımın içine sıçıldı diyorum sen gülüyorsun!"

"Oğlum sen ne şansız birisin lan! Hepsi senin kıza sonunda çıkma teklifi edeceğin zamanı mı bulmuş? Hahahahah."

"O hastanedeki yakarışı ben bitirdi be! Ona zarar verebileceğimi düşünmüş, benim ona bile bile öldüreceğimi düşünmüş."

"Oğlum kız nereden bilsin frenleri Leviathan'nın yaptığını? Adam dua et fren kesmiş. Benim o kadar malımı gözümün önünde yaksalar, yakanın boğazını keserdim." Bir anda dediklerini hayal etmiş olmalı ki yüzünü buruşturdu.

"Merak etme seni bir şekilde affeder. Yeğeninin babasını öldürecek değilsin ya." Onu onayladığım da sorularına devam etti.

"Şimdiki planın nedir? Yani arayı nasıl düzeltmeye çalışacaksın?" Dedi Açelya.

"Kardeşine dokunmayarak başlayacağım. Bu saatten sonra yapmam zaten." Sözüme devam etmemi beklercesine gözlerime baktı. "Bu durum onu çok kırdı, ya kırılma noktası oldu bilmiyorum. Ama onunla konuşup arayı düzeltirsem o zaman teklif ederim."

"Bol şans ajan, yalnız bu bilgi toplamaya benzemez. Kalbindeki kırıkları toplarken yenilerini açma."

Konuşmamızın devamına eşi Engin de katıldığında geç olmadan eve geçtim. Tam evimin önüne park etmişken telefonum çalmıştı. Ekranda Bora'nın adı belirince kaskımı çıkarıp bekletmeden açtım. "Saraçlar bizde gelsen iyi olur." Yine ne olduğunu sorgulamama gerek yoktu. Günlerdir konuşmak için bir gün ayarlamak istediklerini söylemişlerdi ve canım ailem bunu bana en son haber verme zahmetinde bulunuyorlardı. Motorumu tekrar çalıştırırken telefonu cebime atıp kaskımı geri taktım. Bitmeyen kaos dolu bir gece beni bekliyordu. Hızla eve vardığımda motoru gelişi güzel bahçeye park edip arka bahçeye turladım.

Muhtemelen salonda oturdukları için burası boş olacaktı. Bahçedeki kanepelere oturmak için adımlarken orada birinin olduğunu fark ettim. Yavaşça ona yaklaşırken telefonla konuştuğunu fark ettim. "I understand your concern, ma'am, but you should know that I do my best. I have an upcoming engagement preparation, i hope you welcome me with understanding." Başkasının konuşmasını dinlemeyi hiç sevmezdim ama onun sesini bile özlemiştim. Bir dakika, o az önce nişan hazırlığı mı dedi? Kimin nişanıydı bu?

Telefonu teşekkür ederek kapattıktan sonra ayağa kalkıp arkasını döndü. Beni görmesiyle korkudan çığlık atmıştı. "Sen ne zaman geldin?"

"Yaklaşık beş dakika önce. Korkutmak istememiştim, kusura bakma." Kafanı sallayıp yanımdan geçip gidecekken önüne geçtim. Kolundan tutulmasından hoşlanmazdı çünkü. Hatırladıklarım ile gözlerimi yumdum sıkıca. "Bir şey mi diyecektin?" Sorusu gözlerimi açmama sebep oldu. Elim istemsizce alnındaki kapanmış yaraya gitti. Baş parmağım ile narince okşadığımda onun da gözleri kapanmıştı. "Özür dilerim zarar görmene sebep olduğum için."

"Frenleri kestiğini kabul ediyorsun?" Gözleri açılmış, tek kaşı kalkmış bana bakıyordu. Bu halde ne kadar güzel olduğunu biliyor muydu? Ah kesinlikle hayır!

"Ben yalan söylemem, ben yapmadım. Benim sevdiklerime zarar vermeye ant içmiş biri yaptı. Benim yüzümden zarar gördünüz, belki de o piç başarılı olacaktı." Gözleri şaşkınlıkla açıldığında alnıma avuç içimi geçirdim.

"Özür dilerim senin yanında küfür etmeyecektim bu iki oldu." Küçük gülümsemesi ile koluma sıvazlayıp konuştu. "Hak etmiş piç." Bir süre şaşkınlıkla birbirimize baktık. Sonra dayanamayıp kahkaha atmaya başladığımızda benim kahkaham erken bitmiş onu izlemeye başlamıştım. Kendisi izlediğimi fark ettiğinde kahkahası küçük bir tebessüme dönüştü ama gamzesi yerli yerindeydi. Elimi uzatıp gamzesini okşadım.

"Bu gülüşü hayatımın her anı görmek istiyorum, ölürken bile. Bunu benden alma yalvarırım." Gözlerindeki ışıltı artarken bir an gözleri dudaklarıma indiğinde yutkundu. Dikkati dağılmışken şimdi tam sırasıydı.

"Sen ey yeşil gözlü kalbimin sahibi, bize bir şans verir misin? Benim sevdiğim ilk ve son kadınsın, ilk ve son sevgilim olur musun?"

🐝🐝🐝

Herkese hayırlı ramazanlar.

Nasıldı bölüm?

5180 kelime
Yayınlanan tarih: 04/05/2020

Öptüm byyy 😘


Yorumlar

Yorum Gönder